Bu aralar medyada 2015 için planlanan yıpranma payı ile ilgili haberler dikkatimi çekiyor. Sağlık çalışanlarına, eğitim çalışanlarına yapılması planlanan bu konu ebetteki olumlu bir adımdır.
Ancak olayı biraz daha doğru okuyup doğru yorumlayarak yıpranmayı genel açısından da irdelemeliyiz. Yakın zamanda bazı meslek gruplarına da ekstra zamlar yapılmıştı. Buradaki yanlışlık yıpranma payında da yapılacak sanırım. Ki bir öğretmen olarak yararıma olduğunu düşündüğüm bu konunun bir ayrıcalık oluşturacaksa adaletlice olması adına ayrım yapılmaksızın adliye çalışanlarına da, emniyet çalışanlarına da tüm memur ve işçilere de seyyar satıcılara da, boyacılara da fırıncılara da yani tüm çalışanlar için gözetilmesi önyargıların oluşmasını engelleyecektir zannımca. Mesele yıpranmaksa onuru olup ta yıpranmadan çalışan yoktur ama kaytarmayı sanat edinmekten bahsedeceksek eğer bu tüm meslek grupları için söz konusudur.
İnsanın anlamları ve eylemlerini tanımlayan meslekleri onun karakteri ve kaderidir. Bu kaderini tamamlarken fiziksel yıpranmanın kaçınılmaz olacağı kesindir. Bunun dışındaki yıpranmalardan da bahsedeceksek eğer ki bahsetmeliyiz de bu konu sosyolojik bir hale dönüşüp yıpranma kavramı ile yer değişecek olan “yıpratma” kavramını ele almamızı gerektirecektir.
İnsanı çökerten kaygılarıdır. Ki insanları ölüme dahi sürükleyen kaygıların hemen hepsi ikinci tekil şahıs ve üçüncü çoğul şahısların elleri ile gerçekleşir. “Zulüm ve baskı, adam öldürmekten daha ağırdır…” (Kuranı Kerim) Bu anlamda da bir birerlerimizi yıprattığımız her zaman dilimi ömür hırsızlığı adına işlenen en büyük suç olarak hiçbir kayıtlara geçmeden öylece süründürüp yok etmektedir diğerlerimizi.
Biraz irdeleyelim isterseniz. Kendi iş ortamımızda ve etrafımızda gözlemlediğimiz iş ortamlarında işleri zorlaştıran işin kendisimidir yoksa etki edicilerin olumsuz etkilerimidir. Her an radyasyon, kan ve sızlanışların ortasındaki sağlıkçı kendini hasta yakınlarından kollamak zorunda kalıyorsa.  Öğretmen velisi veya amiri tarafından potansiyel yetersiz gibi süzülüyorsa. Yokuşa el arabasını çıkarmakta zorlanan seyyar satıcıya sinir bozucu kornalar çalınıyorsa, inşaattaki işçi her öğle yemeğinde fırında patlıcan yemek zorunda kalıyorsa, bir belediye başkanı bir beldenin menfaati ile perde arkasındaki çatık kaşların arasında kalmak zorunda kalıyorsa, burada ana kavram yıpranma değil “yıpratma”dır.
Bu yıpratmanın da indirimi erken emekliliğe yarayacaktır ancak bildiğimiz emeklilik değil ahiret hava yolları ile uçulan erken emekliliğe…
Bu eziyet ve hoşgörüsüzlükler her birerlerimiz için “ben değilim” serzenişlerini işittirse de aksine tamda biziz o zorlaştırıcı diğerleri. Bu anlamda daha yaşanabilir bir dünya için, daha verimli ve eğlenceli mesailer için lütfen birilerimizin cenneti için birilerinin yaşamını cehenneme çevirmeyelim.
Bir öneri; Bir mesleği 40-45 yıl kesintisiz sürdürmek elbette ki bazılarının şafağını karatabilmektedir. Bu anlamda şöyle bir önerim olacak. 25 yıl esas alınıp 65 yaşına kadar emeklilik seviyeleri oluşturulsa, ikramiye ve maaşlar bu oranlara göre değerlendirilse. Böylece isteyen erkenden emekli olabilecektir.
Saygılarımla.
 
Avatar
Adınız
Yorum Gönder
Kalan Karakter:
Yorumunuz onaylanmak üzere yöneticiye iletilmiştir.×
Dikkat! Suç teşkil edecek, yasadışı, tehditkar, rahatsız edici, hakaret ve küfür içeren, aşağılayıcı, küçük düşürücü, kaba, müstehcen, ahlaka aykırı, kişilik haklarına zarar verici ya da benzeri niteliklerde içeriklerden doğan her türlü mali, hukuki, cezai, idari sorumluluk içeriği gönderen Üye/Üyeler’e aittir.

banner24

banner49