Bir gün Avcı’nın birisi bir Serçe yakalar.
Serçe dile gelip, ‘Benim ne etim lezzetlidir, ne senin karnını doyurur! Beni yemekten daha yararlı üç şey öğreteyim sana, beni bırak!’ der.
Avcı, ‘Tamam’ der.
Serçe, ‘Bunların birincisini elinde söylerim, ikincisini karşıdaki ağaca konunca ve üçüncüsünü de ilerideki tepeye varınca’ der.
Avcı, kabul edince Serçe, ‘elinden kaçırdığın şeyler için asla hayıflanma!’ der.
Avcı kuşu bırakır ve ikincisini söylemesini ister.
Kuş ağaca konup, ‘Olmayacak şeye sakın inanma!’ der.
Sonra karşı tepeye uçup, ‘Ey bahtsız adam! Eğer beni kesmiş olsaydın, kursağımda her biri 20 miskal ağırlığında iki tane inci çıkaracaktın!’ der.
Avcı hayıflanır. Dudaklarını ısırır, yine de, ‘Haydi üçüncüyü söyle!’ der.
Serçe şöyle der;
‘ilk iki nasihatimi tutmadın ki. Üçüncüsünü niye söyleyeyim! Sana elinden kaçırdığına hayıflanma ve olmayacak şeylere de inanma demedim mi? Ben kendim bile 20 miskal gelmezken, nasıl olur da kursağımda her biri 20 miskal ağırlığında iki inci bulunduğuna inanırsın?’
Hikâye böyle.
Gelelim bizlere.
Acaba içimizden kaçımız elimize geçen fakat bir şekilde kaçırdığımızı düşündüğümüz şeyler için hayıflanmayız?
Ve yine acaba kaçımız olmayacak şeylere gün içerisinde ‘AMİN’ demiyoruz ki!
 
Avcı ve Serçe hikâyesinin günlük yaşamımızda bizlere ders olması temennisi ile…
 
Şen ve mutlu kalınız.